Have
Sorunu sor hemen cevaplansın.
have teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- sahip olmak {f}
Örnek Cümle:
Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir.
-If you are going abroad, it's necessary to have a passport.
Örnek Cümle:
Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz.
-With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.
- göz yummak {f}
- yapmak {f}
Örnek Cümle:
Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.
-They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different.
Örnek Cümle:
Ben bu küçük odayla ilgili en iyisini yapmak zorundayım.
-I have to make the best of that small room.
- (had, hav.ing) kuraldışı çekimleri: şimdiki zaman I, you, we, they have; he, she it has; geçmiş zaman had {f}
- it has geçmi zaman had malik olmak
- içmek
Örnek Cümle:
Bir fincan kahve daha içmek istiyorum.
-I'd like to have another cup of coffee.
Örnek Cümle:
Bir yerde içki içmek için dışarı çıkmak ister misiniz?
-Would you like to go out to have a drink somewhere?
- almak {f}
Örnek Cümle:
Ben bu oda için yeni bir halı satın almak zorundayım.
-I have to buy a new carpet for this room.
Örnek Cümle:
Bankada paçayı yırtmak ve A52 yi almak zorundasın.
-You'll have to get off at the bank and take the A52.
- yemek
Örnek Cümle:
Yemek zorunda değilsiniz.
-You don't have to eat.
Örnek Cümle:
İş yapılır yapılmaz, genellikle beş buçuk civarında, akşam yemeği yemek için eve gelirim.
-Once the work is done, usually around half past five, I come home to have dinner.
- geçirmek
Örnek Cümle:
Çinli firmalar, dünya pazarını ele geçirmek için bir arayış başlattı.
-Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market.
Örnek Cümle:
Hayatımın geriye kalan kısmını birlikte geçirmek istediğim herhangi biriyle henüz tanışmadım.
-I haven't yet met anyone I'd want to spend the rest of my life with.
- elinde bulunmak
- kuraldışı çekimleri
- he
- she it has
- anlamak
Örnek Cümle:
Kadınların veya küçük çocukların size ne dediklerini anlamakta güçlük çekiyor musunuz?
-Do you have difficulty understanding what women or small children say to you?
Örnek Cümle:
Kazanın ne kadar ciddi olduğunu anlamak için sadece bu makaleyi okumalısın.
-You have only to read this article to see how serious the accident was.
- -si olmak
- buyurmak
- bilmek
Örnek Cümle:
Tom yardım etmek için zamanın olup olmadığını bilmek istiyor.
-Tom wants to know if you have any time to help.
Örnek Cümle:
Gerçekten bilmek istiyorsanız, yapmanız gereken bütün şey sormaktır.
-If you really want to know, all you have to do is ask.
- haiz olmak
- eline ulaşmak
- doğurmak
- izin vermek
Örnek Cümle:
Gitmene izin vermek zorundayım.
-I have to let you go.
Örnek Cümle:
İçeri girmeme izin vermek zorundasın.
-You have to let me in.
- elde etmek {f}
Örnek Cümle:
Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak.
-Tom will have only one chance to get that right.
Örnek Cümle:
Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız.
-To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.
- fi
- yaptırmak
Örnek Cümle:
İlginç bir kişi olmak için aklınızı beslemek ve egzersiz yaptırmak zorundasınız.
-To be an interesting person you have to feed and exercise your mind.
Örnek Cümle:
Bunu yaptırmak için ödeme yaptım.
-I paid to have this done.
- karşılaşmak
Örnek Cümle:
Keşke seninle tekrar karşılaşmak zorunda olmasam.
-I wish I wouldn't have to meet you again.
- (have got)
- (yardımcı fiil)
- (rüya) görmek
- sahip ol
Örnek Cümle:
Neyin doğru olduğuna inandığını açıkça söyleme cesaretine sahip olmalısın.
-You ought to have the courage to speak out what you believe to be right.
Örnek Cümle:
Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz.
-With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.
- çağırmak
Örnek Cümle:
Polis çağırmak zorunda kalacağım.
-I'm going to have to call the police.
Örnek Cümle:
Eğer o böyle içmeye devam ederse eve bir taksi çağırmak zorunda kalacak.
-If he keeps drinking like that, he'll have to take a taxi home.
- davet etmek
Örnek Cümle:
Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar.
-I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.
Örnek Cümle:
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
-I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
- kural dışı çekimleri
- olmak {f}
Örnek Cümle:
Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir.
-If you are going abroad, it's necessary to have a passport.
Örnek Cümle:
Mezun olmak için yeterli kredim yok.
-I don't have enough credits to graduate.
- dolandırmak {f}
- aldatmak {f}
Örnek Cümle:
Ben her zaman sana karşı dürüst oldum. Neden beni aldatmak istiyorsun?
-I have always been honest with you. Why do you want to deceive me?
- hile {i}
Örnek Cümle:
Son zamanlarda bir çok hileli iğrenç olaylar vardı.
-Recently there have been a lot of nasty incidents with fraud.
Örnek Cümle:
Ben ne zaman hile yaptım?
-When have I ever cheated?
- kabul etmek {f}
Örnek Cümle:
Tom'un işini yapması için birini kabul etmek zorunda kalacağız.
-We will have to take on someone to do Tom's work.
Örnek Cümle:
Tom'un kabul etmekten başka hiç bir seçeneği olmayacak.
-Tom will have no choice but to agree.
- etmek {f}
Örnek Cümle:
Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız.
-If we are to be there at six, we will have to start now.
Örnek Cümle:
Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
-I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
- varlıklı kimse {i}
- sahip olmak; -si olmak. 2 {f}
- bulunmak {f}
Örnek Cümle:
Çevreyi korumak için herkes katkıda bulunmak zorunda kalacak.
-Everybody will have to pitch in to save the environment.
Örnek Cümle:
Bayanlar ve Baylar, şu anda Tokyo Uluslararası Havaalanı'na inmiş bulunmaktayız.
-Ladies and Gentlemen, we have now landed at Tokyo International Airport.
- kumpas {i}
- üçkâğıt {i}
- zorunda olmak {f}
Örnek Cümle:
Sizin için endişelenmek zorunda olmak istemiyorum.
-I don't want to have to worry about you.
Örnek Cümle:
Kimseyi incitmek zorunda olmak istemiyorum.
-I don't want to have to hurt anyone.
- saymak
Örnek Cümle:
Bütün oy pusulalarını saymak zorundayız.
-We have to count all of the ballots.
Örnek Cümle:
Zaten verdiğin her şeyi saymak iyi değil.
-It's not good to count all the things that you have already given.
- tutmak
Örnek Cümle:
Tom'un bir taksi tutmak için yeterli parası yoktu.
-Tom didn't have enough money to take a taxi.
Örnek Cümle:
Kendini tutmak zorundasın.
-You have to hold back.
- sahipler
- zorunda
Örnek Cümle:
Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
-It seems that the children will have to sleep on the floor.
Örnek Cümle:
Paris'e çalışmaya gitmeden önce Fransızcamı tazelemek zorundayım.
-Before going to work in Paris I have to freshen up on my French.
- have sex
- sevişmek
Onunla sevişmek istiyorum.
-I want to have sex with her.
- have fun
- Eğlenmek
Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.
-Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun.
İnsanlarla görüşmek ve eğlenmek istiyorum.
-I want to meet people and have fun.
- have mercy
- acımak
- have a break
- ara vermek
- have a nap
- kestirmek
- have got
- sahibi ol
- have got
- sahibi olmak
- have got to
- mecbur olmak
- have a barbecue
- Barbekü yapmak
- have a trick up one's sleeve
- (Ev ile ilgili) Gizli bir planı bulunmak
- have an ear for something
- (Dil, müzik vs.) Bir şeyi yapmaya yeteneği olmak
- have eyes bigger than stomach
- Aç gözlü olmak
- have some shut-eye
- Kestirmek, biraz uyumak
- have the ace in one's hand
- (Ev ile ilgili) Elinde kozu olmak
- have sex
- seks yap
Muhtemelen onunla seks yapmadı.
-He probably didn't have sex with her.
Biz birbirimizi seviyoruz ancak artık seks yapmıyoruz.
-We love each other, but we don't have sex anymore.
- Have it your way
- Nasıl istersen öyle yap!
- have a baby
- doğurmak
- have a bee in one's bonnet
- takıntısı olmak
- have a bee in one's bonnet
- kafaya takmak
- have a go
- (deyim) have a go (at sth.) (kd) bir denemek
- have a high opinion of
- önemsemek
- have a high opinion of
- değer vermek
- have a nice day
- İyi günler
- have a nice weekend
- iyi hafta sonları
- have a nice working day
- iyi çalışmalar
- have a nice working day
- hayırlı işler
- have a seat
- otur
- have a walk
- yürümek
- have an ache
- sancılanmak
- have control over
- egemen olmak
- have control over
- etkisi olmak
- have fun
- eğlen
Hafta sonunda eğlendin mi?
-Did you have fun over the weekend?
Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.
-Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun.
- have got
- sahip olmak
- have in mind
- akılda tutmak
- have lunch
- öğle yemeği ye
Tom öğle yemeği yemedi.
-Tom didn't have lunch.
Biz sık sık birlikte öğle yemeği yeriz.
-We often have lunch together.
- have lunch
- (Fiili Deyim ) öğle yemeği yemek
Birlikte öğle yemeği yemek ister misin?
-Would you like to have lunch together?
Öğle yemeği yemek için göle gideceğiz.
-We'll go to the lake to have lunch.
- have money to burn
- {k} (deyim) para babası olmak,denizde kum onda para
- have one's hackles up
- kızmak
- have sex
- seks yapmak, sevişmek
- have the drop on
- geride bırakmak
- have time
- zamanı olmak
- have time
- vakti olmak
- have to
- zorunda olmak
Kimseyi incitmek zorunda olmak istemiyorum.
-I don't want to have to hurt anyone.
Sizin için endişelenmek zorunda olmak istemiyorum.
-I don't want to have to worry about you.
- have to
- zorunda kalmak
Seni incitmek zorunda kalmak istemiyorum ama yoluma çıkarsan başka seçeneğim kalmayacak.
-I don't want to have to hurt you, but if you get in my way, I'll have no choice.
Seni tekrar uyarmak zorunda kalmak istemiyorum.
-I don't want to have to warn you again.
- have up
- (deyim) have someone up for sth. [kd] mahkemeye cagirmak,suclamak. have sth. up one's sleeve (kd) gizli bir bilgisi olmak,gizli bir plan yapmak
- have a bone to pick
- paylaşacak kozu olmak
- have a bone to pick
- (Konuşma Dili) paylaşılacak kozu olmak
- have a bone to pick
- halledilecek davası olmak
- have a bone to pick with
- (deyim) paylaşacak kozu olmak
- have a clue
- bir fikri olmak
do you have clue about this? - bu konuda bir fikrin/bilgin var mı?.
- have a clue
- bilgisi olmak
do you have a clue about this? - bu konuda bir fikrin/bilgin var mı?.
- have a finger in every pie
- (deyim) her tarakta bezi olmak
- have a fit
- (deyim) sinirden kudurmak
- have a fit
- çok sevinmek
- have a fit
- (deyim) öfkeden kudurmak
- have a fit
- küplere binmek
- have a fit
- çılgına dönmek
- have a fit
- (deyim) tepesi atmak
- have a fit
- zıvanadan çıkmak
- have a fit
- (deyim) öfkelenmek">(deyim) öfkelenmek
- have a fit
- (deyim) çok kızmak
- have a fit
- fenalık geçirmek
- have a good trip!
- hayırlı yolculuklar
- have a good trip!
- yolunuz açık olsun!
- have a mind to
- niyetinde olmak
- have a nice day
- iyi çalışmalar
- have a right to
- hak kazanmak
- have a right to
- (Konuşma Dili) hakkı olmak
- have a ring to it
- (Ev ile ilgili) Kulağa ilginç gelmek, kulağa cazip gelmek
- have a tinkle
- çiş yapmak
- have a voice
- söz sahibi olmak
- have an accident
- kaza yapmak
- have an axe to grind
- şikayeti olmak
- have an axe to grind
- şikayetçi olmak
- have an interview
- mülakat yapmak
- have an interview
- görüşmek
- have been around
- görmüş geçirmiş olmak
- have been around
- (Konuşma Dili) görmüş geçirmiş
- have eyes bigger than stomach
- (Ev ile ilgili) Gözü aç olmak
- have got a head
- başı ağrımak
- have half a mind to
- -esi gelmek
- have in hand
- (deyim) sorumluluğunu yüklenmek
- have in hand
- (deyim) üzerine almak
- have influence
- hatırı sayılmak
- have on one's mind
- (deyim) endişelenmek
- have one's back to the wall
- (deyim) köşeye sıkışmak
- have one's heart in
- (deyim) dört elle sarılmak
- have other fish to fry
- (deyim) daha önemli bir işi olmak
- have resort to
- başvurmak
- have something to do with
- ilişkisi olmak
- have something to do with
- alakası olmak
- have the edge on
- avantajlı olmak
- have the goodness to
- nezaketen
- have the time of one's life
- eğlenceli vakit geçirmek
- have the time of one's life
- (deyim) hayatını yaşamak
- have to
- -meli
- have to
- -mek zorunda olmak
- have to
- mecburiyetinde kalmak
- have to
- gerekmek
Karşılıklı adımlar atmak gerekmektedir.
-Mutual steps have to be taken.
- have to
- -malı
- have to do with
- ile ilgisi olmak
- have to do with
- ile bir ilgisi olmak
- have you got a pencil
- kalemin var mı
- have you got the time?
- saatiniz var mı?
- have a bad time
- çok sıkıntı çekmek
- have a bash at
- bir denemek
- have a bathroom
- banyo yapmak
- have a chip on one's shoulder
- öfkesi burnunun ucunda olmak
- have a crush on
- abayı yakmak
- have a death adder in one's pocket
- günahını vermemek
- have a good mind to do sth
- yapmayı aklına koymak
- have a good time
- iyi vakit geçirmek
- have a good time
- eğlenmek
Tom'un eğlenmek için paraya ihtiyacı yok.
-Tom doesn't need money to have a good time.
O eğlenmek için şehre gitti.
-He went to the city to have a good time.
- have a hand in
- bir işle ilgisi olmak
- have a high temperature
- ateşi olmak
- have a holiday
- izine çıkmak
- have a liking for
- -den hoşlanmak
- have a look at
- bakmak
- have a look at
- -e bir göz atmak
- have a meal
- yemek yemek
- have a mind to
- niyeti olmak
- have a roving eye
- çapkın olmak
- have a rubdown
- masaj yaptırmak
- have a run of luck
- şansı yaver gitmek
- have a seat
- buyrun oturun
- have a shower
- duş almak
- have a smack at
- bir denemek
- have a soft spot for
- düşkün olmak
- have a sore throat
- anjin olmak
- have a stab at
- denemek
- have a temperature
- ateşi olmak
- have a thick head
- kalın kafalı olmak
- have a voice in sth
- bir şeyde söz sahibi olmak
- have an abortion
- düşük yapmak
- have an excuse
- mazereti olmak
- have as a guest
- misafir olarak kabul et
- have as a meaning
- anlam olarak al
- have been around
- çok deneyimli olmak
- have benefit from
- kar et
- have designs on
- ele geçirmek için planlar yapmak
- have done with
- son vermek
- have for sale
- satmak için al
- have got
- -e sahip olmak
- have got to
- zorunda olmak
- have green fingers
- bahçe işlerinden anlamak
- have heart to
- kıyama
- have in mind
- hatırında tutmak
- have intercourse
- ilişki içinde bulun
- have it away with
- ile düşüp kalkmak
- have it in for
- zıt gitmek
- have it out with
- tartışmak
- have no bearings on
- ile ilgisi olmamak
- have no regrets
- bir pişmanlık duymamak
- have no use for
- nefret etmek
- have nothing between one's ears
- ağzı açık ayran budalası olmamak
- have nothing to do with
- ile ilgisi olmamak
- have on
- işletmek
- have on
- giy
Giydiğin güzel bir elbisedir.
-That's a pretty dress you have on.
Yarın gece için ne giyersin?
-What do you have on for tomorrow night?
- have one's cake and eat it
- bir şeyin kaymağını yemek
- have one's hands full
- zor başa çıkmak
- have one's hands tied
- eli kolu bağlı olmak
- have one's head in the clouds
- aklı bir karış havada olmak
- have one's heart in one's mouth
- yüreği ağzına gelmek
- have one's heart set against sth
- bir şeye karşı durmak
- have one's knife in sb
- diş bilemek
- have one's own back
- intikamını almak
- have one's way
- başına buyruk olmak
- have one's wits about one
- dikkatli ve mantıklı olmak
- have owing
- alacağı olmak
- have pity on
- acımak
- have recourse to
- sığınmak
- have recourse to
- yardım dilemek
İlgili Terimler
have teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- has
- Hükümdara özgü olan
- has
- Katışıksız, en iyi cinsten, saf. İyi nitelikleri kendinde toplamış olan (kişi)
- has
- Osmanlı Devletinde yüz bin akçeyi aşan dirlik
- has
- Özgü, mahsus: "Anadolu'nun yüksek yaylalarına has, sessiz, pussuz, boz renkli gecelerden biriydi."- R. N. Güntekin
- HAD
- (Osmanlı Dönemi) Dühul etmek, girmek
- HAD
- (Osmanlı Dönemi) f. Çaylak kuşu.HAD' $ (Hıd') : Aldatmak
- HAD
- (Osmanlı Dönemi) Kurumak
- had
- Terim
- had
- Sınır boyu
- had
- Sınır, uç
- had
- (Osmanlı Dönemi) sınır, dozaj
- had
- Derece. İnsan için yetki ve değer
- has
- İyi nitelikleri kendinde toplamış olan (kişi)
- has
- Katışıksız, en iyi cinsten; saf
- has
- Yıllık geliri yüz bin akçeyi aşan dirlik
- has
- (Osmanlı Dönemi) özel, hususi, mahsus
- has
- Özgü, mahsus
İlgili Terimler
have teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- To engage in sexual intercourse with
Örnek Cümle:
He's always bragging about how many women he's had.
- To cause to be
Örnek Cümle:
The lecture's ending had the entire audience in tears.
- To cause to, by a command or request
Örnek Cümle:
They had me feed their dog while they were out of town.
- To defeat in a fight; take
Örnek Cümle:
I could have him!.
- To partake of a particular substance (especially a food or drink) or action
Örnek Cümle:
I'm going to have some pizza and some Pepsi right now.
- To be affected by an occurrence. (Used in supplying a topic that is not a verb argument.)
Örnek Cümle:
I've had three people today tell me my hair looks nice.
- To be related in some way to (with the object identifying the relationship)
Örnek Cümle:
The dog down the street has a lax owner.
- To trick, to deceive
Örnek Cümle:
Yeah! You had me alright! Between your threatening stance and your armed-to-the-teeth men, I never would've thought that was just a joke.
- To depict as being
Örnek Cümle:
Their stories differed; he said he'd been at work when the incident occurred, but her statement had him at home that entire evening.
- To feel or be (especially painfully) aware of
Örnek Cümle:
Dan certainly has arms today, probably from scraping paint off four columns the day before.
- To give birth to
Örnek Cümle:
My wife Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.